John Frusciante – The Empyrean: Bir Kırılganlığın Sessizliği

Albüm Kritik / Metal / Müzik | 0 Yorum

Bu albüm, kaçış değil… kendine dönüş.

Bazı albümler vardır, seni içine almaz… seni bir süreliğine yok eder. The Empyrean da benim için böyle bir albüm. Dinlemeye başladığımda bir şey duymadım — bir şey hissettim. Albüm ilerledikçe zaman yavaşladı, düşünceler sustu. Frusciante’nin sesi yine aynı o kırılganlıkta ama bu kez daha karanlık, daha uzak. Sanki bir kaybın ardından doğan sessizlik gibi… sadece duyulmak istemiyor, anlaşılmak istiyor.

İnançsız Bir Dua: God ve Ulaşılmaz Olanın Ardından

Albümün açılışındaki “God”, sadece bir şarkı değil — bir çöküş. Kimi zaman inanca yönelen, kimi zaman ondan kopan bir ruhun parçası gibi. Bu parçada Frusciante, Tanrı’yla konuşur gibi… ama cevap beklemeden. Belki de inançsızca edilen bir dua bu. Boşluğa atılan, cevapsızlığı kabullenmiş bir çığlık. Şarkının yapısında da bu hissedilir: melodiler yükselir ama hep bir kırılmayla, hep bir geriye çekilme hissiyle. Tıpkı umutla dua etmek ama içten içe yanıt gelmeyeceğini bilmek gibi.

Ardından gelen “Unreachable” ise bir teslimiyet gibi. Daha önce aradığı, inandığı ya da kaybettiği her ne varsa… ona artık ulaşamayacağını kabul eder gibi. Ama bu kabullenişte bile müzikten vazgeçmiyor. “You never said this wasn’t what you wanted” derken, aslında hem kendine hem dinleyiciye sorar: Gerçekten istediğimiz bu muydu? Yoksa sadece elimizde kalan bu olduğu için mi sahip çıkıyoruz?

Bu albüm, yüzleşmenin en sade ve en çıplak halini getiriyor önümüze. Yüzleşme… ama başkasına değil. Kendine. Kendi yalnızlığına, eksikliğine, suçlarına, geç kalmışlıklarına. Ve belki de bu yüzden The Empyrean, Frusciante’nin müzikten çok insanlığa dair söylediği bir şey gibi.

Notalarla Konuşan Bir Ruh: Sessizliğin Müziğe Dönüştüğü Anlar

The Empyrean’da gitar, sadece bir enstrüman değil — bir dil. Kimi zaman söylenemeyen bir söz, kimi zaman ağlamayan bir gözyaşı gibi. Frusciante’nin melodileri, teknikten uzak, hesapsız… ama bir o kadar da doğrudan. Çünkü burada amaç virtüözlük değil; duygunun ta kendisi. Her nota, sanki geçmişten gelen bir yankı gibi. Daha önce bastırılmış, saklanmış ya da unutulmuş bir duygunun ses bulmuş hali.

“Dark/Light” bu anlamda albümün özetlerinden biri. Aydınlıkla karanlığın sadece müzikal geçiş değil, ruhsal geçiş olarak sunulduğu bir yapı. Şarkı kendi içinde inşa edilen ama sürekli yıkılan bir duvar gibi. Frusciante, bu parçada umudu bir yere bırakıp, onun karşısına geçmiş gibi. Hem bir şeyleri bırakıyor, hem onlara veda edemiyor. İşte o ikilik… bu albümün bütün ruhu da burada saklı.

Ve sesi… Curtains’teki yumuşaklık burada daha derinleşmiş. Daha ağır, daha bilinçli bir yorgunluk var. Sanki artık daha az umut ediyor ama daha çok kabulleniyor. Kırık bir ses değil bu; kırılmış ama hâlâ orada duran bir ses. Var olmaktan çok, tanık olmayı seçmiş bir ses.

Kayıp Olanın İzinde: Bu Albümle Gelen Sessiz Dönüş

The Empyrean, bende bir kaçış olmadı — aksine, unuttuğum ya da görmezden geldiğim duygulara doğru bir geri dönüş gibiydi. Bazı albümler vardır, dinlediğinizde içinizde bir kapı açılır. Bu albüm ise sanki kapalı bir kapının ardına beni kilitledi, sonra da anahtarı elime verip “Hazır olduğunda çıkarsın” dedi.

Frusciante bu albümde kimseye seslenmiyor. Bu bir anlatım değil, bir iç konuşma. Bu yüzden belki de kimileri bu albümü “sessiz” ya da “dağınık” bulur. Ama gerçek şu ki… bazı duygular tam da böyle: toparlanmamış, dağılmış, ama dürüst.

Her dinleyişimde başka bir yerime temas etti. Bir gün geçmişime döndürdü, bir gün hiç gitmediğim bir gelecekte kaybolmuş gibi hissettirdi. Ama her seferinde bir şey bıraktı geride. Belki bir cümle, belki bir melodi, belki de sadece bir boşluk hissi. Ama bazen o boşluk… en gerçek şey oluyor.

The Empyrean, Frusciante’nin değil, benim albümüm oldu artık. Çünkü ben de tıpkı onun gibi… bazı duyguları ifade edemeyip notalara bıraktım.

Bu albümü yıllar önce duymuştum. Ama bazı albümler vardır; onları dinlemek başka, onlara değinmek başka bir şeydir.

The Empyrean’a şimdi, yıllar sonra yeniden bakmak… bir müziğe değil, bir yaşanmışlığa dokunmak gibi.

Çünkü bazı şarkılar o kadar derin ki, ancak içimiz olgunlaştığında gerçek sesini duyarız.
The Empyrean, benim için hiçbir zaman uzak değildi.
Ama ilk kez bu kadar yakındı.
Ve ne tuhaf… kendimi ilk kez bu kadar bütün hissettim.

Not: Bu yazı, 2009 yılında yayımlanmış ancak zaman içinde göz ardı edilmiş John Frusciante albümü “The Empyrean” üzerine kişisel bir yolculuk ve geç kalmış bir keşif notudur. Müziği sadece duyulacak değil, yaşanacak bir şey olarak görenler için…