Bosphorus Open Air Metal 2025 Festival Kritiği

Kapak / Konser Kritik / Kritik / Müzik | 0 Yorum

 Bosphorus Open Air Metal Fest – 1. Gün : Kıtalararası Metal Ateşi

🖋: Enes Taştan

Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Bosphorus Open Air Metal Fest’e adımımı attığım an, İstanbul için bu festivalin neden bu kadar önemli olduğunu bir kez daha hissettim. Artık yalnızca bir konser değil; metalin farklı damarlarını aynı çatı altında toplayan bir kültür buluşması. Üstelik mekân Maximum Uniq… Akustik olarak İstanbul’da en sevdiğim yerlerden biri. Hatta dürüst olayım; Life Park ile birlikte bu şehirde en iyi ses düzenine sahip iki sahneden biri.

Yerli Açılışın Gücü

Kapılar 13.30’da açıldı. Daha erken saat olmasına rağmen, Kaptan Kadavra için gelen muhteşem bir kitle çoktan yerini almıştı. “Sırf onları izlemek için gelen” kalabalığın enerjisi beni şaşırttı, aynı zamanda sevindirdi. Kaptan Kadavra sahneye çıkar çıkmaz festivalin ruhunu ateşledi.

Ardından Alkera geldi. Yerli sahnenin gücünü o kadar net hissettirdiler ki, yabancı gruplara geçişi hazırlayan sağlam bir köprü oldular. O an dedim ki: “Bosphorus bu yüzden önemli; hem kendi sahnemizi büyütüyor hem de dünyayı buraya getiriyor.”

Avrupa’dan Sert Dalgalar

Doomas, Slovakya’dan getirdikleri o ağır doom/death atmosferiyle beni içine çekti. 16.00’daki setlerinde gri bir gökyüzünü sahneye indirmiş gibiydiler. Ama esas unutulmaz olan, performanstan sonra sahneden indiklerindeki halleri oldu: inanılmaz mütevazı, sıfır ego… Seyircilerle sohbet edip fotoğraf çektirdiler. “İşte gerçek müzisyenlik bu” dedim içimden.

Saat 17.10’da Black Tooth sahneye çıktığında tansiyon anında yükseldi. Moshpit sırasında vokalist Tuna Vural elini kırdı, ama performansı asla bırakmadı. Hatta seyirciyi daha da şaşırtarak yeni albümlerinden bir parça çaldılar. O an, müziğe adanmışlığın ne demek olduğunu canlı canlı gördüm.

Karanlığın Doruk Noktası

Susperia, thrash ve black etkili sound’uyla festivalin karanlık damarını açtı. Ama beni en çok çarpan an, Necrophobic sahneye çıktığında oldu. Dijital platformlarda defalarca dinlediğim bir gruptu; ama canlıda izleyince nutkum tutuldu. İsveç karanlığının sahneye böylesine hâkim olmasına tanık olmak, günün benim için zirvesiydi.

Geceyi Taçlandıran Final

Gece ilerlerken Asphyx’in death metal yumruğu suratımıza indi. Martin van Drunen’in enerjisi alana yayıldı, klasik parçalarında seyirciyle tek vücut olduk.

Son sözü ise Amorphis söyledi. Finlandiya’nın epik melodik dokusu İstanbul gecesine yayıldığında, saat neredeyse gece yarısını bulmuştu. “House of Sleep” çaldığında binlerce kişiyle beraber tek ses oldum. Yorgunluğum bir anda yok oldu. Amorphis, ilk günü en görkemli şekilde kapattı.

Genel Hissim

Bosphorus’un 4. yılı, benim için bir konserden çok daha fazlasıydı. Yerli grupların tutkusu, yabancı devlerin sahne hakimiyeti ve İstanbul’un bu özel mekânı birleşince ortaya unutulmaz bir gün çıktı. Daha ilk günden çıta öyle bir yükseldi ki, “eğer bu başlangıçsa, devamı nasıl olacak?” diye heyecanla düşünerek eve döndüm.

Bosphorus Open Air Metal Festivali (2. Gün Kritiği): Aşırı Doz Ekstrem Metal

🖋: Güven Ceylan

Maximum Uniq İstanbul, Bosphorus Open Air Metal Festivali’nin ikinci gününde adeta bir ekstrem metal katedraline dönüştü. Thrash‘ten teknik death‘e, oradan black metal‘e uzanan bu Maraton, uzun zamandır beklediğimiz metal coşkusunu zirveye taşıdı.

Şehir dışı sorunu ve planlama aksaklıkları nedeniyle, ne yazık ki festivalin ilk günü konferansını ve ikinci günün açılışını yapan What is TEC ile Sadist gruplarını kaçırdım. Özellikle What is TEC’i izlemeyi çok istesem de alana vardığımızda sahneden yeni inmişlerdi. Bu durum, eleştirinin ağırlıklı olarak kalan grupların performansına odaklanmasını sağladı.

Mekân, Akustik ve Teknik Gözlemler

Maximum Uniq İstanbul’a ilk kez geldim ve mekânın ferahlığı, özellikle basamak sistemi sayesinde sahneyi izleme konforu açısından gayet başarılıydı. Sahne oldukça büyüktü, ancak teknik bir gözlem olarak, sahneyi görmekte zorlananlar için konumlandırılan dev ekranların biraz alçakta olması garip geldi.

Festival boyunca edindiğim en önemli teknik izlenim ise ses tonu ile ilgiliydi. Basın olarak ilk üç şarkıda sahne önünden fotoğraf çekimi yaparken, çalan şarkıların tonlarını tam anlamıyla yakalamak mümkün olmadı. Mükemmel ses dengesini ve detayları duymak için sahne önünün hıncahınç kalabalığından uzaklaşıp, akustik açıdan daha dengeli olan arka kısımlara geçmek gerekiyordu. Yayınlanan konser videolarındaki seslerin farklı gelmesinin nedeni de büyük ihtimalle budur.

Korry Shadwell ve Victor Smolski: Hard Rock Rüzgarı

Günün ilk izlediğim grubu olan Korry Shadwell, festivalin ekstrem metal ağırlıklı kadrosu arasında belki de en farklı tarza sahip isimdi. Sahnedeki keyifli performansı oldukça iyiydi. Öğlen saatine denk gelmesi nedeniyle kalabalık az olsa da, ardından sahne alan Victor Smolski ile birlikte dinamik ve kusursuz bir Hard Rock performansı sergilediler. Smolski’nin attığı sololar adeta kulağımızın pasını aldı, güne enerjik bir başlangıç yaptırdılar.

Suicidal Angels: Pitler Durulmuyor!

Korry Shadwell’in Hard Rock rüzgarının hemen ardından sahneye çıkan komşu ülke temsilcisi Suicidal Angels ile festivalin soundu bir anda sert bir thrash fırtınasına dönüştü. Grubun Türkiye’deki üçüncü performansıydı, ancak ilk kez izleyen biri olarak bu enerjiyi canlı deneyimlemek bir zorunlulukmuş. İzleyici kısmı adeta savaş alanına döndü: Devasa circle pitler, baş döndürücü headbang’ler ve yerde yuvarlananlar… Thrash metali evde çok dinlemeyen biri için bile bu canlı performans bambaşka bir keyif verdi. Grubun hayvani ritimleri ve bıçak gibi keskin gitar soloları ile sahnede kurduğu hakimiyet, Bosphorus Open Air’ın en hareketli dakikalarından bazılarını yaşattı.

Obscura: Cerrahi Hassasiyetteki Teknik Deha

Konser alanına ayak basar basmaz gitarist Steffen Kummerer’i görmek büyük bir sürpriz oldu. Yakın dostum Volkan Kahraman sayesinde yanına yaklaşıp, yaka kartımı göstererek yaptığımız röportajı hatırlattığımda gülümseyerek “ah yes key pi key mag interview” demesi hoş bir anıydı. Cihan Yeşil’in deklanşöründen çıkan fotoğrafımla bu anı ölümsüzleştirdik.

Konsere dönecek olursak; yeni albümün sahne dekoruyla çıkan Obscura, önce “Forsaken” ile başladı, ardından yeni albümden “Silver Linings” ile devam etti. Şahsen yeni albümü çok sevdiğim için çaldıkları her parça daha da ilgimi çekti. Resmen şiir gibi, cerrahi hassasiyette çaldılar. İstanbul’a ilk defa geldiler ve umarım en kısa zamanda tekrar izleriz. Belki de kapalı bir mekânda, bu tarz sağlam soloları daha detaylı dinleme şansımız olur.

Belphegor: Kırmızı Işıkların Kanlı Sisi

Of, of, of! Böyle bir sahneyi uzun zaman unutamayız. 15 yıl önce Unirock’ta kanlar içinde sahne şovlarına hayran kaldığımız Belphegor‘u, bu kez gecenin karanlığında izleyecek olmak büyük bir merak konusuydu. Obscura’nın teknik detayından sonra, uzun bir sahne hazırlığının ardından Belphegor çıktığında sound bir anda korkunç bir gümbürtüye dönüştü, adeta canavarlaştı.

Handel’in unutulmaz eseri Sarabande ile sahneye çıkan grup, gecenin karanlığı, kırmızı ışıkların kanlı sisi ve sahne dekorunun mistik havası eşliğinde harika bir şov ortaya çıkardı. Helmuth’un sahne hâkimiyeti ve korkutucu bakışlarıyla “The Procession” ile taş gibi bir giriş yaptılar. Grup, İstanbul konserinde yeni şarkıları “Sanctus Diaboli Confidimus”u da çaldı. Bu performans, kulak sağlığımıza dikkat etmemiz gerektiği uyarısını bir kez daha hatırlattı! Ayrıca yeni albüm Şubat ayında geliyor bunu da belirtelim.

Old Man’s Child: Kara Sanatın Dönüşü

Old Man’s Child, sahneye “Towards Eternity” şarkısı ve Galder’in klasikleşmiş pozuyla çıktı. Galder’in geçtiğimiz yıl Dimmu Borgir’den ayrıldıktan sonra kendi grubunu tekrar aktif etmesi, fanları tarafından büyük sevinçle karşılandı. Yaptığımız röportajda yeni albüm çalışmalarına başlayacağını duyuran Galder ve ekibini İstanbul’da izlemek büyük şanstı.

OMC’yi bekleyen büyük bir kitle vardı ve bu enerji, sahneye çıktıkları ilk andan sonuna kadar hissedildi. Doommaker ve The Dream Ghost gibi klasiklerini kanlı canlı izlemek unutulmazdı. Konser sonrasında seyircilerin arasına karışan Galder ile fotoğraf çektirerek geceyi noktaladık.

Lacuna Coil: Kayıttan Dinler Gibi Kusursuz

Bunu söylememdeki neden, hem Cristina Scabbia’nın hem de Andrea Ferro’nun sesinin kusursuz bir netlikte gelmesiydi. “Layers of Time” ile sahneye çıktıklarında, en önde olmama rağmen ses o kadar iyi geldi ki, hayran kaldım. Cristina’nın sesi yıllara meydan okuyor.

Lacuna Coil sahnedeyken izleyici sayısı gözle görülür şekilde azaldı. Bu azalmayı sadece metro saatine bağlamak yerine, ekstrem metal dinleyicisinin yoğun geçen Belphegor ve OMC sahnesinden sonra yorgun düşmüş olabileceği yorumunu yapmak daha doğru olur. Buna rağmen grup performansını hiç düşürmedi; o kadar güzel ve rahat izledik ki, ağzımız açık kaldı. Ayrıca Depeche Mode şarkısı “Enjoy the Silence”i dinlemek, adeta kebap sonrası künefe yemek gibiydi.

Lacuna Coil sahnesinden hemen önce, festival organizatörü Bahadır sahneye çıkarak 2026 yılında sahne alacak ilk grubu açıkladı. Dev ekranda Satyricon’un adı belirdiğinde, festival alanındaki coşku, çığlıklar ve sevinç görülmeye değerdi! Bahadır ile yaptığımız röportajda festivalin 19-20 Eylül tarihlerinde, yine Maximum Uniq İstanbul’da, ancak kamp olanağı olmadan iki gün süreceğini öğrendik.

Biz şimdiden 2026 için sabırsızlanmaya başladık. Önümüzdeki günlerde diğer gruplar da açıklanmaya başlayacak. Belki de Satyricon’dan daha çok sevineceğimiz isimler olur, kim bilir? 🙂

Seneye görüşmek üzere!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir