Dijital devrim, yalnızca müzik dinleme biçimimizi değil, müziğin kendisini de kökten değiştirdi. Plaklardan kasetlere, oradan CD ve MP3’lere uzanan süreç, artık yapay zekâ destekli üretim çağına evrildi. Bugün, birkaç cümleyle türünü, temposunu ve duygusunu tarif ettiğiniz bir şarkıyı saniyeler içinde üreten sistemler mevcut. Üstelik bu teknoloji artık sadece deneysel alanda değil, popüler müziğin merkezinde yer alıyor.
Yapay Zekâ Müziği Değiştiriyor mu, Yoksa Biz Mi Değişiyoruz?
Son birkaç yıldır müzik dinlerken “acaba bu şarkıyı gerçekten biri mi yaptı?” diye düşündüğün oldu mu?
Eğer olduysa, yalnız değilsin. Çünkü artık yapay zekâ, müzik sektörünün kapısından içeri sessizce girmiş durumda — hatta bazı odalarda baş köşeye oturmuş bile.
Bir Şarkı, Bir Algoritma ve 25 Milyon Dinlenme
Geçtiğimiz eylül ayında çıkan bir şarkı, – Nikbinler – Eylülzede – sadece 1.5 ayda 25 milyon dinlenme aldı. Normalde bu şaşırtıcı bir istatistik olmazdı; ama şarkının düzenlemesinde yapay zekâ kullanıldığını öğrenince işler değişiyor.
Dinleyici bunu fark etmiyor, ama bazı akor geçişleri, vokal efektleri ya da ritmik düzeltmeler bir insanın değil, bir modelin işi. Yani kulağımıza tanıdık gelen o “insan eli” duygusu, aslında veriden üretilmiş bir illüzyon.
Vokal gerçek, şarkı gerçek, müzisyenler gerçek ancak düzenleme de yapay zeka kullanılmış.
Bir hafta önce Sagopa Kajmer bile tamamen yapay zekâ ile oluşturduğu bir albüm yayınladı: “Nun Sultan.” Kadın vokal? Gerçek değil. Sesi, bir yapay zekâ yarattı.
Bu noktada insan ister istemez düşünüyor: Sanatçı kimliğini ses mi belirler, yoksa ruh mu?
Müzik Artık Kodla Yazılıyor
Yapay zekânın müzik üretme biçimi, aslında şiir yazdırmak gibi.
Sen sadece “üzgün bir ton”, “lo-fi tarzında”, “gece yarısı hissi” diyorsun. Sistem bu girdileri alıyor, geçmişteki binlerce örnekle kıyaslıyor, sonra da o ruh hâline uygun bir şey besteliyor.
Suno, Boomy, AIVA, Soundraw, Magenta… Bu araçlardan biriyle birkaç dakika içinde “senin şarkın” ortaya çıkıyor.
MIDI dosyalarından öğrenen algoritmalar, tıpkı dil modelleri gibi sıradaki notayı tahmin ediyor. Kulağa sihir gibi geliyor, ama sihir değil — matematik.
Yine de sonuç bazen öyle etkileyici oluyor ki, “bu kadar iyi bir şeyi gerçekten sadece kod mu yaptı?” diye sormadan edemiyorsun.
İnsan mı, Makine mi?
Burada iki kamp var.
Bir taraf diyor ki: “Bu işler duygusuz, yapay zekâ müzik yapamaz.”
Diğer tarafsa “önemli olan duygu değil, sonuç” diyor.
Ben aradayım. Çünkü yapay zekâ, bence müzisyenin rakibi değil, yardımcısı.
Tıpkı bir gitar pedalı, bir synthesizer ya da autotune gibi… Hepsi birer araç. Önemli olan o aracın arkasında kimin olduğu.
Yapay zekâ, zaman kazandırıyor, yeni fikirler veriyor, hatta bazen yaratıcılığı körüklüyor. Ama yine de bir “eksik duygusu” var. İnsan eliyle çalınmış bir gitarın o küçük hatası, ya da bir vokalin kontrolsüz nefes alışında gizli olan gerçeklik… Henüz hiçbir algoritma o duyguyu birebir yakalayamadı.

Sanat mı, Tüketim mi?
Burada biraz felsefe devreye giriyor.
Adorno’nun dediği gibi, sanat “bireyin öznel yaratıcılığından” doğar.
Yani bir makine bir eser üretirse, bu hâlâ sanat sayılır mı?
Belki evet, ama “sanatçı” hâlâ insan olur.
Gerçek şu ki, yapay zekâ müziği duygusal bir deneyimden çok, bir tüketim nesnesine dönüştürüyor.
TikTok videolarına arka plan müziği, reklamlara fon, oyunlara atmosfer… Hızlı üret, hızlı tüket.
Ama diğer yandan bu sayede binlerce kişi müzik üretmeye başlıyor. Belki o kişilerden biri, geleceğin büyük bestecisi olacak.
Karmaşık, değil mi?
Peki Telif Hakları Ne Olacak?
Yapay zekâ işin içine girince müzikte sadece yaratıcılık değil, mülkiyet kavramı da karışıyor.
Bir yapay zekâ modeline birkaç komut verip tamamen yeni bir şarkı oluşturduğunda, ortada ne besteci ne söz yazarı ne de icracı oluyor. Bu yüzden yasal olarak o şarkının telif hakkı kime ait sorusunun net bir cevabı yok.
Çoğu ülkede, yalnızca “insan eliyle yaratılmış” eserler telif korumasına giriyor.
Yani yapay zekânın tek başına bestelediği bir şarkı sahipsiz kalıyor.
Kulağa tuhaf gelse de, bu durumda o müziği kimse “benim eserim” diye koruma altına alamıyor — çünkü yasalar henüz yapay zekâyı yaratıcı olarak tanımıyor.
Ama işler burada bitmiyor.
Yapay zekâ yeni bir şey yaratmasa da, var olan şarkıları taklit ettiğinde işler daha da karışık hâle geliyor.
Diyelim ki bir yapay zekâ modeline “Tarkan’ın sesiyle bir Sezen Aksu şarkısı söyle” dedin. Ortaya çıkan sonuç teknik olarak hem bestecinin ve söz yazarının telif hakkını, hem de Tarkan’ın ses benzerliği hakkını ihlal ediyor.
Bu nedenle, AI cover’lar şimdilik gri bir alanda.
Ticari olarak paylaşmak yasak, çünkü hem şarkının orijinal sahiplerinden hem de taklit edilen sanatçıdan izin almak gerekiyor.
Bu yüzden de Spotify, YouTube ve TikTok gibi platformlar bu içerikleri genellikle otomatik olarak kaldırıyor.
Bir yandan tamamen yapay zekâyla yapılan müzik “sahipsiz”, diğer yandan gerçek şarkıların yapay zekâ versiyonları “fazla sahipli.”
İkisi de aynı soruyu gündeme getiriyor:
Müzik artık sadece bir sanat formu mu, yoksa dijital çağda yeni bir mülkiyet tartışmasının merkezinde mi?
Görünüşe göre, yapay zekâ sadece şarkı söylemiyor — yasaları da yeniden yazdıracak.
Sonuç: İnsan Kalmak
Yapay zekâ müziği öldürmüyor; sadece yeniden tanımlıyor.
Artık “müziği kim yaptı?” sorusunun yanına “nasıl yaptı?” sorusu da eklendi.
Bence mesele bu teknolojiden korkmak değil, onu nasıl kullandığımızı bilmekte.
Belki gelecekte en duygusal şarkılar, insan beyniyle yapay zekânın ortak imzasını taşıyacak.
Belki de müziği artık sadece insanlar değil, fikirler besteleyecek.
Ama ne olursa olsun, önemli olan o fikirlerin içinde biraz insanlık kalması.

Metalhead designer & photographer
www.guvenceylan.net







