
Bir albüm incelemesi değil, bir tanıklık
Meteora benim için hiçbir zaman sadece bir albüm olmadı.
Bir dönemi temsil etmedi.
Bir ruh hâlini de “geçici” olarak tarif etmedi.
Daha çok, insanın kendi içinde yavaş yavaş kaybolduğunu fark ettiği bir sürecin sesi oldu.
Bu kayboluş dramatik değildir.
Bağırarak gelmez.
İnsanı yere sermek yerine, ayakta tutar ama içini boşaltır.
İnsan bazen üzgün olduğunu bile anlayamaz çünkü üzülmek bile bir histir.
Meteora’da anlatılan şey çoğu zaman hissetmemektir.
Boşluk.
Kaygı.
Anlamsızlık.
Birbirinden ayrı değil, iç içe geçmiş hâlde.
Nereden başladığını ayırt edemediğin bir düğüm gibi.
Bu yüzden bu albüm çözüm sunmaz.
İyileştirme vaadi yoktur.
Ama çok daha dürüst bir şey yapar:
insanın kendine bile söyleyemediği şeyleri seslendirir.
Somewhere I Belong
Bu şarkı daha ilk dizelerinde bir sorun olduğunu hissettirir ama adını koymaz.
Zihinsel bir sisin içindedir.
Sürekli karışık, sürekli yönsüz, sürekli “bir şeyler ters ama ne?” diye soran bir bilinç hâli.
Başlangıçta suç hep dışarıdadır.
İnsanlar.
Hayat.
Koşullar.
Kimsenin seni anlamadığını düşünürsün.
Bu his o kadar baskındır ki, yalnızlığın kendisini bir gerçeklik sanarsın.
Şarkının ilerleyen bölümlerinde gelen fark ediş rahatsız edicidir:
Bu çatışmayı yaşayan tek kişi sen değilsin.
Ve kimsenin seni anlayamayacağını düşünmek de bu karanlığın bir parçasıdır.
Asıl kırılma noktası şurada durur:
Bu boşluk büyüdüyse,
olgunlaştıysa,
çirkin bir şeye dönüştüyse,
artık suçu tamamen dışarıda tutamazsın.
Ne seni itenleri suçlayabilirsin.
Ne seni görmeyenleri.
Ne sistemi.
Ne de hayatı.
Mutluluk burada romantik bir vaat değildir.
Ama imkânsız da değildir.
Sorun yolun kapalı olması değil,
o yola girecek cesaretin olmamasıdır.
“I wanna heal, I wanna feel” güçlü bir umut cümlesi değildir.
Bu bir zafer çağrısı değil,
uzun süredir kanayan bir yaranın fark edildiği andır.
Ve “ait olduğum yer” bir mekân değil,
ilk kez gerçekten hissedebileceğin bir hâl gibi durur.
Faint
Faint çoğu kişi için öfkelidir.
Benim için değildir.
Benim için bu şarkı görünmezliğin sesidir.
Bu, yalnız olmak değildir.
Bir yere ait olmamak da değildir.
Bu, kimsenin seni ait görmemesidir.
Bir kalıba girmediğin için dışarıda kalmak.
Taraf seçmediğin için tehdit edilmek.
Kendin olarak var olmaya çalıştığın için yok sayılmak.
Hayatta kalmak için sadece “idare eden” biri olmak.
Oradan çıkmak bir kurtuluş gibi görünür.
Ama çıkınca fark edersin ki dünya değişmiştir.
Ve sen bu dünyayı hiç öğrenmemişsindir.
İnsanlarla nasıl konuşulur?
Nasıl güvenilir?
Nasıl “normal” olunur?
Bazı insanlar bunları fark etmeden öğrenir.
Bazıları ise sonradan.
Ve sonradan öğrenenler, öğrenirken yalnızlaşır.
Sonra biri çıkar karşına.
Seni gerçekten görür.
Sana alan açar.
İlk kez biriyle bağ kurarsın.
Bu bağ zamanla her şey olur.
Hissetmenin tek yolu.
Var olmanın tek kanıtı.
Ve sonra o bağ çözülür.
Uzaklık girer araya.
Başka insanlar.
Başka hayatlar.
“I am a little bit of loneliness, a little bit of disregard.”
Bu bir şikâyet değildir.
Bu bir teşhistir.
Birinin seni istemesini istemek sevgiyle ilgili değildir.
Bu, varlığının kabul edilmesiyle ilgilidir.
Ve o kişi gidince,
geriye hissetmeyi unutmuş bir beden kalır.
Breaking The Habit
Bu, benim için en sevdiğim şarkılardan biri.Ama sevilme sebebi umut vermesi değil.Tam tersine, umut vermemesi.
Breaking The Habit, intihara yaklaşmış bir zihnin içinden konuşur.Bu, hayata tutunmaya çalışan birinin değil;hayatla olan bağını yavaş yavaş kaybetmiş birinin sesidir.Şarkının gücü de tam olarak buradan gelir.Çünkü tek bir sebep anlatmaz.Tek bir hikâyeye bağlanmaz.
Bu noktaya gelen insanın hikâyesi hiçbir zaman tek bir travmadan ibaret değildir.Kayıp bir aşk olabilir.Karşılıksız sevgi.İstismarcı bir ilişki.Aldatılmak.Madde bağımlılığı.Alkol.Cinsel istismar.Zorbalık.Travma sonrası stres.Savaş.Kendine zarar verme.Beden algısı problemleri.
Liste uzar gider.Çünkü bu şarkı nedenleri saymaz,sonucu gösterir.
Sözlerin bu kadar genel ve açık olması tesadüf değildir.Bu yüzden neredeyse herkes kendinden bir parça bulabilir.Herkes kendi acısını bu sözlerin içine yerleştirebilir.Ve belki de bu yüzden,intihara sürüklenen bir zihnin içiniduyduğum hiçbir şarkının yapamadığı kadarnet, açık ve filtresiz biçimde ortaya koyar.
Bu şarkı sık sık yanlış anlaşılır.Bir “alışkanlığı bırakma” hikâyesi gibi okunur.Bir ayağa kalkma, bir toparlanma anlatısı sanılır.Oysa sözlerin sonuna doğru her şey çok daha nettir.
Artık savaşılmıyordur. İyileşileceğine dair bir inanç kalmamıştır. Bu halin içinden çıkılamayacağı kabul edilmiştir.Ve gece, her şeyin biteceği bir nokta gibi durur.
Burada anlatılan şey çözüm değildir.
Burada anlatılan şey vazgeçiştir.
Bu şarkı umut vermez.
Bu şarkıyı her dinlediğimde kendime aynı soruyu sordum:Bir gün ben de mücadeleyi bırakacak kadar yorulur muyum?
Bu yüzden Breaking The Habit bir umut şarkısı değildir.Bir uyarı da değildir. Bir çığlık bile değildir.
Bu,son bir iç dökmedir.
Numb
Numb, dışarıdan sakin görünen ama içeride ağır bir baskı taşıyan bir şarkıdır.
Bu, başkalarının seni kendilerine benzetme isteğiyle ilgilidir.
Onlar gibi olmanı isterler.
Onların geçtiği yollardan geçmeni.
Onların yaptığı hataları yapmamanı.
Onların başardıklarını geçmeni.
Ve sen fark edersin:
Yapamıyorsun.
İstemiyorsun.
Kendi olmak istiyorsun.
Ama bunu söylemek kolay değildir.
Çünkü karşındakiler kötü niyetli değildir.
Seni incitmek istemezler.
Aksine, “senin iyiliğin için” oradadırlar.
Ve tam da bu yüzden daha ağırdır bu yük.
Baskı bağırarak gelmez.
Yavaş yavaş birikir.
Önce üzülürsün.
Sonra içine atarsın.
Sonra bir noktada patlarsın.
Ve patladığında, karşındaki kişinin de bir insan olduğunu unutursun.
Belki sevdiğin biridir.
Belki ailendir.
“But I know I may end up failing too.”
Bu bir isyan değildir.
Bu bir korkudur.
Hem onların yolundan gitmek istemezsin,
hem de kendi yolunda başarısız olmaktan korkarsın.
Bu şarkı, kendisinden çok şey beklenen bir çocuğun şarkısıdır.
Anne babasının geçmiş başarılarının gölgesinde kalan birinin.
İyi niyetli ama boğucu beklentilerin altında ezilen birinin.
“Caught in the undertow”, seni içine çeken o akıntıdır.
“Bizim gibi olmalısın” diyen sessiz bir baskı.
“Walking in your shoes” fikri boğar çünkü
o ayakkabı sana ait değildir.
“I can’t feel you there” fiziksel bir yokluk değildir.
Bu, duygusal bir kopuştur.
Karşındaki insanlar hâlâ oradadır
ama artık eskisi gibi hissedilmezler.
“Every step that I take is another mistake to you.”
Bu cümle Numb’ın kalbidir.
Ne yaparsan yap yanlış hissetmek.
Her çabanın yetersiz bulunması.
Bir noktadan sonra insan şunu düşünür:
“Zaten yanlış yapıyorsam, neden deniyorum?”
Bu şarkı bu yüzden bu kadar çok insana dokunur.
Ve eğer bir ebeveynsen,
sana bir suçlama sunmaz.
Ama bir soru bırakır:
“Benim çocuğum da böyle hissediyor olabilir mi?”
Meteora umutlu bir albüm değildir.İlham verici hiç değildir.İyileştirici olmak gibi bir derdi yoktur.Ama şunu yapar:Yaşadığın şeyin uydurma olmadığını hissettirir.Bu hâlin bir adı olduğunu söyler.Bu albümün arkasında Linkin Park vardır,ama aslında anlattığı şey bir grup değil,bir insan hâlidir.Meteora geçmez.Ama yalnız da bırakmaz.

Az bütçeli cosplay, çizgi roman koleksiyoncusu ve müziğin çeşitli yönlerindeki gizemleri arayıp sizlerle paylaşıyorum.










