Second

POP-PUNK’IN YIKILMAYAN KALESİ: SECOND İLE BİR YOLCULUK

Kapak / Metal / Müzik / Rock / Röportaj | 0 Yorum

Bazı gruplar vardır; türü taşır, bazılarıysa türün içinde kalmayı bir inat, bir etik duruş hâline getirir. Second, 1999’dan bu yana tam olarak bunu yapıyor. Popüler olana yaklaşmadan, rüzgâra göre yön değiştirmeden, “sadece pop-punk” demekten vazgeçmeden. Bu tercih onları dar bir alana hapsetmedi; aksine yıllar içinde daha berrak, daha dürüst ve daha yetişkin bir sese taşıdı.

Second’ın şarkıları hiçbir zaman “her şey yoluna girecek” vaadiyle konuşmadı. Kusurları saklamadı, mutsuzluğu çözmeye çalışmadı, yarının varlığından eminmiş gibi davranmadı. Eski ve Kusurlu, Mutsuzum İşte, Hey, Ardından ve Anahtarı Bıraktım gibi parçalar; bir grubun değil, bir ruh hâlinin günlüğü gibi duruyor. Bağırmadan, ajitasyona kaçmadan ama filtresiz bir dürüstlükle.

Bu röportajda Second’ın kurucu üyesi ve vokalisti Özgün Semerci ile; ara vermeyi, geri dönmeyi, inadı, yorgunluğu ve pop-punk’ta yetişkin kalabilmeyi konuştuk. Sahnenin hâlâ var olup olmadığını, kalmakla gitmek arasındaki o ince çizgiyi ve bir şarkının bazen sadece “olduğu gibi” bırakılmasının neden daha doğru olduğunu sorduk.

Bu bir geri dönüş hikâyesi değil.
Bu, hiç gitmemiş bir grubun hafıza kaydı.

Enes: Second yıllardır “sadece pop-punk” demekten vazgeçmeyen bir grup. Bugün geriye dönüp baktığınızda bu inat sizi daha mı özgürleştirdi, yoksa bazı kapıları bilinçli olarak mı kapattı?

Özgün: Bu, kendimize çizdiğimiz ve içine hapsolduğumuz bir janra zorunluluğu değil. “Defend Pop Punk” hem bizim adımıza hem de bizi seven, destekleyen herkes için kurulmuş küçük bir savunma çatısı. Pop-punk uzun zamandır “cringe” diye damgalanan, biraz itilip kakılan bir tür. Bizim varlık amacımız da tam olarak bu itilip kakılma hâlini, hayatında şahsi yaşayan herkesin altına girebileceği küçük bir şemsiye olmaya çalışmak.

Enes: Şarkılarınızda kusur, hata ve eksiklik duygusu çok güçlü. Eski ve Kusurlu ile açılan bu hat sizin için bir itiraf mıydı, yoksa kendinizle yüzleşme anı mı?

Özgün: Hatalar hem bir müzik grubunu hem de bir insanı gerçek yapan şeyler. Kusurlarla barışma hâli, insanın kendine güvenmesinin de bir parçası. Bizim en çok yaymak istediğimiz his bu. Bu sadece Eski ve Kusurlu’ya özgü bir yük değil; Second’ın genelinde var. Özetle şunu söylüyoruz: “Utanmam gerekmiyor kendimden.”

Enes: Mutsuzum İşte’de mutsuzluk bir problem gibi değil, neredeyse doğal bir hâl olarak duruyor. Bu şarkıda anlatıcı anlaşılmak mı istiyor, yoksa olduğu hâliyle kabul edilmek mi?

Özgün : Bu şarkı biraz “mutlu olma zorunluluğu”na ve mutluluk fetişine bir isyan. “Gülümse, çekiyorum” kalıbına atılmış bir posta gibi. Bazı yaşlar var; insanın kendini sürekli sorguladığı ve genel olarak mutsuz hissettiği dönemler. O dönemlerden hangi değerlere tutunarak, nasıl çıktığın çok önemli. Biz buhranların pozitif değerlerle aşılabileceğine inanıyor ve bunu yansıtmaya çalışıyoruz.

Enes: Hey’de çok net bir soru var: “Yarın var mı?” Bu bir umutsuzluk mu, yoksa cevap aramaktan yorulmuş birinin son çığlığı mı?

Özgün: “Yarın” meselesi punk rock’ta çok merkezi bir yerde duruyor. “There’s no future / no tomorrow” klişe gibi dursa da, gençliğin gelecek kaygısını çok basit ve güçlü bir şekilde anlatır. Bugün baktığımızda hepimiz yarından kaygılıyız.

Enes: Ardından, önceki şarkılara kıyasla çok daha sessiz ama bir o kadar da ağır bir parça. Bu şarkıyı yazarken vedayı kabullenmek mi daha zordu, yoksa onu romantize etmemek mi?

Özgün: Ardından gerçek bir veda şarkısı. Bu kadarını söyleyebilirim. Üzerinde fazla konuşmak ya da deşmek istediğim bir parça değil.

Enes: Şarkılarınızda sık sık “kalmak” ve “gitmek” arasında sıkışmış karakterler görüyoruz. Bu ikilem sadece lirik bir tercih mi, yoksa gerçek hayatta da karşılığı olan bir duygu mu?

Özgün: Kararsızlık bazen hayat kurtarır. “En kötü karar, kararsızlıktan iyidir” sözüne kesinlikle katılmıyorum. İnsanın kararsızlığına izin vermesi, o arafta donarak zamanı seyretmesi bazen olması gereken şeydir.

Enes: Anahtarı Bıraktım’da savunma yok, mesafe yok. Bu şarkı Second’ın bugüne kadarki en savunmasız hâli mi?

Özgün: Güzel bir yorum. Second’ın lirik dünyasının en saf hâllerinden biri. “Bir film izle ve bir şarkı yaz” denemelerimin bir sonucu. Şarkı, bir erkeğin cinsiyet değiştirme ameliyatından bir önceki gecede yaşadığı ruh hâlini anlatıyor.

Enes: Pop-punk çoğu zaman enerjik ve “hafif” bir tür olarak görülürken siz karanlık, yorgun ve yetişkin duygularla kalıyorsunuz. Bu bilinçli bir meydan okuma mı?

Özgün: Evet. Pop-punk uzun süre saygıdeğer müzikal formların karşısında konumlandı. “Defend” edilme zorunluluğu da buradan geliyor. Cringe bulunan bir tarz bu. Bizim yaptığımız şey mecazi bir savunma. Bu da bir meydan okuma. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: Pop-punk, içine su katılmış emo’dur.

Enes: Dinleyici kitleniz yıllar içinde değişti ama şarkıların duygusal tonu çok değişmedi. Bugün sahneden baktığınızda hâlâ aynı insanları mı görüyorsunuz?

Second

Özgün: Şu an karşımızda duran kitlenin bizi en iyi anlayan kitle olduğunu düşünüyorum. Çoğu henüz punk rock dinlemiyor ama dinleyecekler. Bir gün geri döndüklerinde, bizimle bir kez daha tanışacaklar.

Enes: Sahne sizin için bir gösteri alanı mı, yoksa bu şarkıların nefes alabildiği tek yer mi?

Özgün: Sahne bizim için bir araç. Bu müziği dünya standartlarında icra edebildiğimizi göstermek ve seyircinin daha önce hissetmediği bir konser enerjisiyle eğlenip evine dönmesini sağlamak için. Second’ı bugün dünyadaki herhangi bir festivalde orta ya da açılış slotuna koyun, “Vay, Türk çocuklar çok iyiymiş” dedirtiriz. Buraya kadar gelmek gerçekten zor. Bunu başarmamızın tek sebebi de seyircimiz.

Enes: Vokal yaklaşımında güçlü bir The Offspring etkisi hissediliyor. Offspring senin için sadece müzikal bir ilham mı?

Özgün: Bir gün elime Smash albümü geçti, sanırım 1995’ti. Sadece adını bilmediğim, “la la la” diye başlayan bir şarkısını tanıyordum. Albüm Nitro ile açıldığında hayatım değişti. The Offspring modern müzik tarihinin en önemli gruplarından biri. Her detayını bildiğim, akademik kariyerimde bile beslendiğim biri: Dexter Holland.

Enes: The Offspring’in 10 Temmuz 2026’da Türkiye’de sahne alacağı açıklandı. Bu konseri izlemek senin için nasıl bir duygu olacak?

Özgün: 2005 İstanbul konserinde, konserin sonlarına doğru en arkada yaşlı gözlerle Second’a yeni besteler yazmaya karar vermiştim. Bu sene Lifepark’ta The Offspring izlemek inanılmaz duygusal bir an olacak. The Offspring’in Türkiye’ye gelmesinin büyüklüğünün zamanla daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Bazı konserler küçük de olsa kültürel kırılmalar yaratır. Bu da onlardan biri. Düşündükçe heyecanlanıyorum.

Enes: Bugün geriye dönüp baktığında şunu net söyleyebilir misin: “İyi ki sadece pop-punk yaptım.”

Özgün: Bu bir janra takıntısı değil; hayata bakışım. “Sınıfın en çirkinleri” lafını kafiye olsun diye söylemedim. Bu, itilmişin, kakılmışın, yeterince cool olamayanın müziği. Ama bunu mesnetsiz bir öfkeye değil, tutkularına dönüştürenlerin müziği.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir